Platon’un devletinde bir bahis geçer: genç öğrenci der ki; “ne yazık kahramanları olmayan toplumlara” Sokrates cevap verir: “asıl ne yazıktır ki kaderini kahramanlara bağlayan toplumlara” mezarlık, vazgeçilmez olduğunu düşünen insanlarla doludur. İktidar olan hükümetin başındaki başbakan, kendini yenilmez ve alternatifsiz sayar, devlet mekanizmasını elinde tutmaya çalışır. Böyle bir başkanlık yapısı, kin ve nefretin hükmettiği bir tablo oluşturur. Bir lider olarak, o devletin azınlık milletinden mevzu bahis ederken Alevi, Ermeni, Kürt, çapulcu sözcüklerini dilinden düşürmeyerek halkta anlaşılması zor bir kaosa neden olur. Demokrasiyi hazmedememiş olan bir hükümet tabii ki aksayacaktı. Kanun, yargı ben olayım diyor, monarşi sistemini kurayım diyor, tek lider(!) Bu mantıkla ülkede ayrımcılık da olur, kaos da. Bir yandan da Gezi parkı eyleminden sonra anlaşıldı ki bu ülkede bütünüyle kendine itaat eden tek sürü halinde yürüyen insanlar yok. Bunları göz önünde bulundurarak düzeni revize etti. Ama yanlış bir düzenleme. Kendi bildiğinden başkasının bildiği doğruyu duymaya, kendinden çok okuyanlara, bilenlere tahammül edemedi. Halkına kindar olan bir lider olması da başka bir durum. “Evet, efendim” deyip ağlayan yardımcı zihniyeti tercih etti. Şimdi ne yapmalıyız diye başlayan sohbetlerinden anlıyorum ki herkes bir düzene dâhil edilmeye çalışılmış olduğunu fark ediyor. Kaos ortamı düzensizlikteki düzeni görmemize, anlamamıza yardımcı oldu. Yapıdaki bozukluktan herkes haberdar oldu. Açılım dedi, Askeri, gazeteciyi, aydını, yazarı gözetmeden içeriye aldı.. Politik konuda bilgi eksikliği olan Halk’a drama yaparak geldiler, ağlamak bir politik eylem oldu. Ve merhamet duygusu olan insanlar sömürüldü. Sana asker oluruz derken vatani görevini yapmayacak kadar korkak, zavallı, aciz bir insanı beslediğini görmediler. Dini vicdanı ağlayarak sömürdüler. Şimdi adalet öldü.