Bugün sınıfta kısa öykülerden örnekler veren profesörümüz, bütün hayatlar bir öyküdür, haftaya sizlerden yaşanmış bir hayat öyküsü istiyorum, dedi. Başkalarının yaşanmış öyküsü mü? Beni çok fazla etkilemeyen, sadece ödev olarak gördüğüm bu görevi en iyi şekilde tamamlamak ve iyi not almak için araştırma yapmaya başladım. Öncelikle çevremdeki herkesi sorgular gibi sorular soruyordum. Beni tatmin edecek bir öykü arayışım esnasında sinirli ve umutsuzdum. Gece odamın kapısı çaldı. Babam geldi. Kızım yaptığın şeyin farkında mısın, diye sohbete girdi. İnsanlara karşı tavrın hiç hoş değil, herkes sana yardım etmeye çalışıyor, dedi. Bir an durdum. Babam bana yaşama dair bir şeyler anlatıyordu. “İstersen yaşlılar evine git. Orada insanlarla konuş. Mutlaka ellerinden geleni yapacaklardır ama lütfen nazik ol. Ömür bazen yaralayarak geçiyor, anlamaya çalış.” Sabah erkenden Okmeydanı’nda darülacezeye gittim. Müdüre hanımın yanına çıktım. Güler yüzlü nazik bir bayandı. Tanıştık. Kahvaltı yaptın mı, diye sordu. Şimdi gençler pek iyi beslenmiyor, diye homurdandı. Evet efendim, kahvaltı yaptım. O zaman seni aşağıya götüreyim. Büyük salon dedikleri yere indik. Kahvaltı bitmiş herkes bir şeylerle meşguldü. Müdüre hanımı görünce herkes bize döndü. Müdüre hanım, “bu küçük bayan okuyor ve öğretmeni başkalarının hayatı öyküdür demiş. Ödevi var, sizlerden ricam yardımcı olmanız” dedi ve iyi günler diyerek gitti. Yaklaşık on beş kişi bana bakıyordu. Tebessüm ettim, çantamdan kalem, defter çıkarttım. Aslında nereden başlayacağımı bilmiyordum. Yavaşça yürüdüm. Bir amca gel kızım dedi. Tam oturmak üzereydim ki camın önünde çiçeklerle uğraşan bir kadın dikkatimi çekti. Onunla konuşma hissi beni ona doğru götürüyordu. Hasta bakıcı, o herkesle konuşmaz, diyerek beni sessizce uyardı. Günaydın dedim yumuşak bir ses tonuyla. Günaydın dedi soğuk ve boğuk bir sesle. Çiçekleri seviyorsunuz sanırım, dedim. “Evet.” Mümkünse sizinle sohbet edebilir miyiz, diye sordum. Seni tanımıyorum ne konuşacağız, diyerek önüme set çekti. Tanışabiliriz, diyerek tebessüm ettim. Gel bahçeye çıkalım, dedi. “Tabi olur.” Ağır ağır yürüdük. “Bak elma ağaçları çiçek açmış, çok severim. Ölürsem mezarımın başına elma ağacı diktirir misin?” dedi. Bir an telaşlı telaşlı, tabii ki, dedim. Yüzüme hüzünlü baktı. “Bir daha gelecek misin?” Evet, dedim. İtiraf ediyorum o an sadece amacım ödevim için bir hikâye yazmaktı. Elma ağacının altındaki banka oturduk. Kaç yaşındasın, diye sordu. “Yirmi bir yaşındayım” dedim. Ne güzel bir yaş. Kıymetini bil. Şimdi sana hayatımı anlatmamı bekliyorsun. Gözlerinden sabırsızlığını görebiliyorum. Senin yaşındayken zaman hızlı geçer. Ben şimdi zaman durdu desem inanır mısın? Seni daha fazla oyalamadan hikâyeme başlayayım. “On dokuzumdaydım. Bir çocuğu sevdim. O da beni çok seviyordu. Sabahları okula gidiyoruz diyerek buluşup geziyorduk. Hayat olağanca güzeldi o zamanlar. Seksenli yıllar. Partiler veriliyor gençlik Amerika izinde ilerliyordu. Altmışlı, yetmişli yılların zorlukları bitmiş modernleşme dönemindeydik. Her şey o günün şartlarına göre özgür diyebileceğimiz şekildeydi. Bir gün okulda üst sınıflardan bir çocuğun verdiği büyük bir parti konuşuluyordu. Biz de gitmek için can atıyorduk. Bir şekilde gittik. İçkiler yemekler harika bir ortam vardı. Çok eğlendik ama ertesi gün Murat okula gelmedi. Telefon yok tabii. Okul çıkışı evine uğradık. Annesi hasta dedi. Göremeden eve döndük. Neredeyse bir hafta okula gelmedi. Pazartesi onu görünce çok sevindim. Solgun üzgün bir hali vardı. Ne oldu diye sordum. Çıkmam lazım dedi. Ne oluyor diye sorunca bir şey yok dedi. Murat endişeleniyorum, dedim. Benim hap bulmam lazım, deyince şok oldum. Nasıl, yapma, diye ağladım. Ne olur yapma, diye ağladım. Murat hayallerimiz ne olacak? Tamam, dedi çıktı. Bulmuş. O yıl okul çok zorluydu. Hepimiz dağılmıştık. Murat bağımlı olmuş okulu bırakmıştı. Biz hala sevgiliydik. Çok üzülüyordum. Düzelecek diyordu. Benim elimden gelen bir şey yoktu. Sen gidersen ölürüm diyordu. Ben hiç gitmedim. Çıkmaza saplanmıştık. Murat’ın annesi o zamanlar tedavi için Murat’ı Almanya’ya göndermek istiyordu. Orada dayıları vardı. İşe sokarlar diyordu. Biliyor musun şimdi düşünüyorum ne kadar zor bir hayatı vardı kadının. Murat’tan önce olan bütün çocukları ölüyormuş. Kayın validesi kadını hocalara götürüyormuş. Cinli bu diye sokağa atıyorlarmış. Bir gece kadını dövmüşler sokağa atmışlar, kapının önünde uyuyakalmış. O gece rüyasında hamilesin oğlun olacak adını Murat koy demişler. Bu da başka bir hikâye, anlayacağın kızım. Murat kaçalım dedi o kadar çok seviyordum ki ona ne olacaksa bana da olsun diyecek kadar. Tamam dedim. Ertesi gün öğlen saat 3’te ben Muratların mahalleye gelecektim. O araba bulacaktı. Ertesi gün geldim mahalleye. Çok kalabalıktı, herkes koşuşturuyordu, feryat figan Allah’ım ne oluyor, diyordum. Okuldan ve mahalleden ortak arkadaşımızı gördüm. Ne oluyor, diye sordum. Ağlıyordu. Üzgünüm, dedi. Ne oldu, diye bağırdım. Murat dedi. Evet Murat? Öğlen evde tartışmışlar. O da uyuşturucu almış ve kendini balkondan aşağıya atmış, Murat intihar etmiş dedi. Ne dediğimi hatırlamıyorum, avucunda küçük bir not varmış. “Beni affet sevdiceğim.” Ben orada yıkıldım. Sandım ki her şey onunla son bulacak. Değilmiş. Tabii ki o an gelinceye kadar anlamadım. Ben onsuz bir hayal kurmadım. Bir zamanlar biz de gençtik. Çok gülen iyi niyetli gençlerdik. O zamanlar seksen yedi yaşıma kadar yaşayacağım diyordum.” diye anlattı. Şimdi yetmişimdeyim, ruhum bedenimden çok daha yaşlı. Sustum ben, hem de çok sustum. Susmak özlemdi ama hayatı kaçırdım. Şimdi mezarımı ziyaret edecek kimsem yok. Anladın mı? Bazen insan tek bir dala tutunuyor hayatta. O geleceğimizi götürdü, onun geçmiş olduğu benim ise yalnız olacağım geleceğimizi. Ondan sonraki süreç çok zordu. Günlerce haftalarca konuşamadım yiyemedim. Aylarca hastanede yattım. Sonra kimseyi onun kadar sevmedim, evlenmedim. O yüzden çocuğum yok, kimsem yok elma ağacını mezarıma dikecek. Bir gün bu yazdıklarını okursun, kahramanım öldü dersin. Elma ağacı dikersin mezarımın başına. Ardından ekledi yaşlı kadın, çoğu şeyleri unutur aklımız. Ama sana iz bırakanı unutamazsın. Erkenle geç arasında bir yerde sıkışma, diye öğüt verdi. Sonra gözleri yaşlarla doldu. Bakıyorum da sevmeye adamışım kendimi, ömrümün sonuna gelecek kadar, dedi. Akşam eve geldiğimde odama girdim ve bağıra bağıra ağladım. Babam geldi, “Kızım?” dedi. Baba çok üzgünüm, ödevimin hiçbir önemi yokmuş; anlamak içinmiş meğerki dedim. Öğretmenime teşekkür ederim. Sayesinde bugün biraz daha büyüdüm.