Yalnız kalmaya ihtiyacım olduğunu hissettiğim an şehirden uzaklaşmaya karar verdim. Şehirden pek fazla uzak olmayan tabiat içinde küçük güzel bir otel buldum. İçimde sanki benimle sürekli konuşan biri vardı ve ben uzun zamandır onu dinlemeyi erteliyordum. Zamanı gelmişti artık, içimde neler olduğunu bilmem gerekiyor. Sakinleşmek için yalnızlığa ihtiyacım var. Sabah çok erken bir saatte kuş sesleri ile uyandım. Yürüyüşe çıkmak için hazırlık yaptım. Ağaçlar çiçek açmış, tabiat adını koyamadığım renklere bürünmüş, kendini yenilemiş. Belki ben de yeniden doğarım. Uzun bir yürüyüş oldu. Çimenlerin üzerine uzanmak istiyorum. Masmavi gökyüzü, ağaçların dallarında rengarenk çiçekler, kuşlar şarkılar söylüyor. Toprak ne kadar soğuk, sırtımda ölüm soğuğu var sanki. Ellerimi çimenlere sürüyorum. O an bir şey oluyor. Yerde öylece yatan bedenimi görüyorum. Şaşkınlık ve hayret içinde ilk defa tecrübe ettiğim bir duygu. Sanki biraz da korkuyorum ama aynı anda ruhumu da görüyorum. Özgürsün bedeninden çıkmışsın gitsene diyorum. Peki ruhum giderse ben ölür müyüm? Gökyüzüne kadar uçuyor, parka gelmiş bir çocuk gibi coşku içinde. Peki ben kimim? Hem bedenimi hem ruhumu görüyorum! Karma karışık duygular kaplıyor içimi. Ellerimde küçük bir papatya kalmış. Burada ölürsem? Belki de öldüm. O papatyaya karışır mıyım? Otlar büyür mü bedenimde? Kederli bir ruh hali sarıyor içimi. Ruhum özgür, bedenim nasıl aciz. Öyle zavallıca yığılmış hayatım, ellerimde bir papatya gibi mi kaldı? Her şeyin başlangıcı için gelmiş olduğum yer, her şey için geç kaldığım yer mi? Çok geç mi kaldım, ben kimim? Ruhum başka, bedenim başka. Ben kimim, yalnız mı kaldım? Kim..?